Zirvenin Kalıcı Cazibesi
- hsnbrgl
- 31 Ağu
- 3 dakikada okunur
Rusya- ABD zirvelerinin dolambaçlı uygulamaları, sık sık başarısızlıkla sonuçlansa da zaman zaman etkileyici sonuçlar doğurmuştur. Böyle zirveler görsel şölenler gibidir ve dış politika araştırmacılarını büyülerler; özellikle de büyük değişiklikler oluşturabilecekleri düşünüldüğünde, liderlerin bir araya gelip tartıştığı, kavga ettiği ve bazen tarihin akışını değiştirecek kararlar aldığı bu toplantılar, gerçekten de büyüleyici bir özellik taşır.
İngiliz tarihçi David Reynolds, Yirminci Yüzyıla Yön Veren Altı Toplantı adlı kitabında bu kalıcı cazibeyi şöyle anlatıyor:
İki hasım arasında tehlikeli bir karşılaşma. Dramatik bir irade gösterisi, yeni ufuklar açan. Bir liderin, kalabalıkların gözleri önünde her şeyi riske attığı bir an. İtibarını yerle bir etme ya da yükseltme şansı. Bir kez yola çıkıldı mı, geri dönmek çok zor olan bir yolculuktur.

Donald Trump’ın Vladimir Putin’le gerçekleştirdiği görüşme de benzer bir dramayı aksiyonu beraberinde getirdi. Riskler yüksek, başarı olasılığı ise düşük olacağı onca şaşadan sonra belliydi. Ters gidebilecek her şey ters gidebilir ve tüm bunlar, dünyanın dört bir yanındaki umutlu, korkulu, gergin ve teslim olmuş izleyicilerin önünde, adeta canlı bir şekilde gözler önüne serilerek gerçekleşti.
Son dakikalar hava da uçuştu captionların arkası arkasını almadı. Fakat hep kaçırdığımız nokta,bu gerçekleşen, Alaska zirvesinde bu kadar çok şey söz konusuyken, paralellikler için tarihe odaklanmak yerinde olur. ABD-Rusya veya İngiltere-Rusya zirvelerinin tarihi, bu zirvenin olası sonuçlarına dair üç model sunuyor: hain bir anlaşma, gerçek bir fiyasko ve sınırsız bölgesel savaş…
Hain anlaşma örneği olarak, Ekim 1944 Moskova Zirvesi Joseph Stalin ile Winston Churchill arasında yapılan görüşme gösterilebilir. Bu zirve, Güneydoğu Avrupa’yı etki alanlarına bölme anlaşması nedeniyle olumsuz bir üne sahiptir.
Fikir büyük ölçüde Churchill’den gelmişti; özellikle İngiltere’nin Balkanlar’daki konumundan kaygı duyan Churchill, Stalin’e her ülke için bir etki yüzdesi önerdi. Örneğin, İngiltere Yunanistan’da yüzde 90 etkili olacak, Sovyetler ise sembolik bir rol (yüzde 10) alacaktı; Romanya’da roller tersine dönecekti, Yugoslavya ve Macaristan ise eşit paylaşılacaktı.
Churchill anılarında, yüzdeler tablosunu Stalin’e nasıl verdiğini ve Sovyet liderinin listeyi işaretleyerek kabul ettiğini anlatır.
Geriye dönüp bakıldığında ilginç olan, Stalin’in bu “etki alanları” tartışmasını ne kadar ciddiye aldığıdır. Örneğin, başlangıçta Yunanistan’daki komünist ayaklanmayı desteklemeyi reddetmişti; çünkü Churchill’le yaptığı bu gizli anlaşmaya bağlı olduğunu düşünüyordu. Ancak Amerikalıların Avrupa’yı paylaşma konusundaki coşkusunu paylaşmadıklarını görünce hayal kırıklığına uğradı.

Alaska zirvesi de benzer şekilde gerçekleşti. Putin’in Trump’a Doğu Avrupa’daki etki alanını tanıyacak bir teklif yapması ve Trump’ın Avrupalıları hizaya sokma konusunda iş birliği sunması senaryosu gerçekleşti.
Bu senaryoda Ukrayna, büyük bir Rus-Amerikan pazarlığında yalnızca bir koz olarak görülebilir.
Ancak bu görüş kusurludur. Putin’in ABD’ye bir ödeme sunması gerekmiyor; ABD’nin Grönland veya Kanada üzerindeki haklarını tanımak gibi bir adım dışında verebileceği somut bir şey yoktur.
Doğu Avrupa’nın ve Ukrayna’nın fiili durumu Stalin’in 1944’teki üstün konumuna benzemez..
Rus ordusu ilerleme kaydediyor olsa da hâlâ Doğu Ukrayna’nın derinliklerinde mücadele ediyor; eski Sovyet uyduları ve eski sömürgeler, Moskova’nın boyunduruğu altına girmemekte kararlığını hissettirmiştir.
Zirvelerin fiyaskoyla sonuçlanması nadirdir. Genellikle, bir anlaşma olmasa bile taraflar, kamuoyuna saygın bir görünüm sunmak için görüşmelerden fayda sağlamaya çalışır. Bunun istisna örneklerinden biri 1960 Paris zirvesidir.

1960’ta Sovyetler, Amerikan U-2 uçağını düşürmüş ve zirve, beklenmedik bir felaketle sonuçlanmıştır. Kruşçev’in öfkesi ve Eisenhower’ın direnişi, zirveyi adeta volkanik bir patlamaya çevirmiştir. Alaska zirvesi de bu tür bir felaketlerden uzak stabil bir görüşmeydi.
1961’de Viyana’da Kruşçev ile Kennedy arasında yapılan zirvedir. Berlin sorunu ve nükleer gerilimler zirveyi son derece tehlikeli kılmıştı. Kruşçev, Kennedy’yi test etmek amacıyla güç gösterisi yapmaya çalıştı, ancak Kennedy geri adım atmayarak Sovyet liderini sınırladı. Bu zirve, gerginlik ve risklerle dolu olsa da iki taraf için de önemli bir deneyim olmuştur.

David Reynolds, siyasi zirveyi dağ tırmanışına benzetir ve Shelley’den alıntı yapar:
Bu zirvelerin yoğunluğu, aniden ortaya çıktıklarında heyecan vericidir; kendinden geçmiş bir merak duygusu taşır, deliliğe rakipsiz değildir.
Koşullar, zamanlama ve zirvenin yapılacağı yer seçimi harika fakat sonuç yok. Yine de, sık sık başarısızlığa uğrasa da zaman zaman etkileyici sonuçlar doğuran Rusya- ABD zirvelerinin dolambaçlı geleneğine katkıda bulunan bir görüşme yaptılar..




Yorumlar