top of page

Sabrın Sonu: İran’ın Sessizliğinde Çöken Caydırıcılık

  • Yazarın fotoğrafı: hsnbrgl
    hsnbrgl
  • 15 Haz
  • 2 dakikada okunur

Ortadoğu’nun siyasal sözlüğü zaman zaman eski kavramlarla yeni gerçeklikleri tanımlamaya çalışır. Ancak bazı kelimeler, sahadaki değişimleri daha fazla taşıyamaz hale gelir. İran’ın uzun süredir dış politikada kullandığı “stratejik sabır” da bunlardan biri. Vaktiyle derinlikli ve hesaplı bir bekleyişin simgesi olan bu kavram, artık kırılganlığın, yalnızlığın ve çaresizliğin örtüsüne dönüşmüş durumda.

İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’a düzenlediği ve neredeyse tüm üst düzey askerî ve istihbarî kadroyu hedef alarak yok ettiği saldırılar, bu dönüşümün en net göstergesi. Tahran bu kez de sustu. Ama bu suskunluk artık stratejik değil; çaresiz.

Sessizlik Politikası mı, Zorunlu Geri Çekilme mi?

İran’ın doğrudan bir yanıt verememesi yeni değil. Daha önce de başkent Tahran’ın kalbinde bombalar patladı, generaller öldürüldü. Ama devlet yine konuşmadı, harekete geçmedi. Bu durumu “stratejik sabır” olarak pazarlamak bir süre işe yaradı. Fakat artık bu kavramın altı boş. Çünkü gerçek ortada: İran vuramıyor. Daha da önemlisi, vuracak güçten yoksun.

Her yeni saldırıda, İran’ın caydırıcılığının ne kadar zayıf olduğu daha net görünüyor. 2024’te gönderilen 300’den fazla füze ve İHA’nın yüzde 95’inin etkisiz hale getirilmesi, sadece askeri bir başarısızlık değil; aynı zamanda sembolik bir çöküştü. Füze sayınız ne kadar çok olursa olsun, eğer hedefi vuramıyorsanız o gücün bir anlamı kalmıyor.


Vekiller de Artık İkna Olmuyor

İran’ın bölgedeki vekil güçleri Hizbullah’tan Husilere yıllardır İsrail saldırılarına güçlü bir cevap bekliyor. Fakat bekledikleri yanıt bir türlü gelmiyor. Bu durum, Tahran’ın çevresindeki halkayı da zayıflatıyor. Vekil örgütler İran’a güven duymakta zorlanırken, İsrail her geçen gün daha cüretkâr adımlar atabiliyor. “Stratejik sabır” söylemi bu noktada artık bir caydırıcılık değil, pasifliğin ideolojik ambalajı olarak algılanıyor.


İçeride Çatırdayan Zemin

İran’ın dış politikadaki bu düşük profilinin arkasında, içeride yaşanan kırılmalar da var. 2022 Mahsa Amini protestoları sonrasında rejim ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kaldı. Genç nüfus rejime inancını kaybetti, ekonomi çöktü, siyasi baskılar arttı.


Böyle bir iç dinamikle geniş çaplı bir savaşa girmek, rejimin kontrolünü tümüyle kaybetmesine yol açabilir. İran, dışarıda güçlü görünmek yerine içeride hayatta kalmayı öncelemek zorunda kalıyor.


Üstelik Rusya ve Çin gibi müttefiklerin olası bir İran-İsrail savaşında Tahran’a koşulsuz destek vermeyeceği gerçeği de ortada. ABD’nin nükleer program bahanesiyle yeni yaptırımları gündeme getirmesi de cabası. İran için geri adım atmak, artık bir tercih değil; bir zorunluluk.


ree


ree

Kırmızı Bayrağın Aşınan Anlamı

Ve elbette kırmızı bayrak… İran’ın simgesel “intikam” aracı. İsrail saldırılarından sonra Kum’daki Cemkeran Camii’nin kubbesine yine çekildi. “Hesap sorulacak” mesajı bir kez daha kamuoyuna verildi. Ama herkes biliyor: Bayrak yine inecek. Tıpkı Süleymani suikastı sonrası olduğu gibi, tıpkı İsmail Haniye’ye yönelik saldırı sonrası olduğu gibi...


Cemkeran’ın kubbesi artık bir direniş simgesi değil, törenleşmiş bir refleksin sahnesi. Halkın aklında tek bir soru var: “Bu da mı önceki gibi bitecek?” Görsel mesajlar etkileyici olabilir, ama arkasında eylem olmayınca bir anlam ifade etmez.


Sonuç Yerine: Sabır Tükenirse Ne Olur?

“Stratejik sabır” bir zamanlar İran’ın izlediği bilinçli bir dış politika stratejisiydi. Bugün ise bu kavram, kırılgan bir rejimin zorlukları rasyonalize etme çabasından ibaret. Ortadoğu’da güç, sadece söylemle korunamaz. Hele ki İsrail gibi bir aktöre karşı. İran artık vuramıyor; ama vurabiliyormuş gibi davranıyor. Ve her yeni saldırıyla bu illüzyon daha da çöküyor.

Sabır, stratejik olmayı bırakıp zorunlu hale geldiğinde, caydırıcılık da onunla birlikte çöker. İran için bu sürecin adı artık net: Sabrın sonu.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page